Bir varmış, bir yokmuş... Bir ülkede eski mi eski bir şirket varmış. Bu şirketin eskiliği yalnızca yaşında değil, sürdüregeldiği bir türlü değiştiremediği alışkanlıklarındaymış. Bu şirket değişen rekabet koşullarında ayakta kalabilmek için şirket dışından mahir bir yönetici transfer etmiş.
Bazı meslekler vardır, işi yapan kişilerin sürekliliğini ister. Sık kadro değişimlerinde bu tür işlerin tüm büyüsü bozulur, geriye kuru bir iskelet kalır. Ruhu olmayan, yalnızca kemiklerden oluşan bir iskelet…
Ne zaman patronlarımız “kaynaklarımız kıt, tüm kaynaklardan maksimum düzeyde yararlandın mı?” sorusunu profesyonel yöneticilerine soracak ve onlardan anlamlı açıklamalar almaya başlayacak, zannederim o zaman işlerimiz biraz daha yoluna girecek.
Herkes yönetici olmak ve bu kulvarda sürekli yükselmek istiyor. Sanırım bu iş uzaktan kolay gözüküyor. İsterseniz gelin bu işin görünmeyen yönlerine birlikte yakından bakalım.
Pandemi döneminde yazmaya ara vermemin hamlığıyla kelimeler yavaş yavaş dönüşüyor cümlelere.
Belki de ihmal edilmiş bir dost gibi nazlanıyorlar ortaya çıkmaya.
Haklılar; yoğunluğa ve telaşa tercih edildiler.
Olsun kalplerini bir şekilde geri kazanırım diye düşünüyorum.
Ne de olsa eski ve kadim bir dostluğumuz var kendileriyle.
Sanırım iyi niyetimin farkındalar.
Benim yaşım 90'li yıllardaki iş yaşamını görmeye yetti. Bu yüzden şanslıydım. Ülkemizin önde gelen Holdinglerinden birinde genç bir uzman olarak çalışırken 104 tane şirketin stratejik planından faaliyet planına uzanan o meşakkatli süreçte rol almış biri olarak, iş hayatını bir dönem planlama olarak algılamıştım.
Hiçbir şeyin eskisi gibi olmadığı bir dönemdeyiz. Sözün senet olduğu günler çok gerilerde kaldı. O zamanlar sözü veren de sözü alan da birbirine karşı sanırım çok daha açıktı ve güveniyordu. Sözün gereğini yapma günü geldiğinde taraflar kolayca anlaşır, helalleşmek on saniyelerini almazdı.